Troya'dan Anılar

Troya'dan Anılar

1872-1894
Homeros’un epik destanlarına konu olan Troya kenti, Gelibolu Yarımadası’nın karşısındaki Çanakkale Boğazı’nın Asya kıyılarında yer almaktadır. M.Ö. 8. yüzyıldan itibaren, denizden yaklaşık 5 km. uzaklıktaki bir platonun en batısında yer alan Klasik Dönem İlon kentinin sakinleri, yaşadıkları kentin Troya olduğuna inanmışlardır. Söz konusu bu kent, M.Ö. 500’lerdeki şiddetli bir depremle yıkılır ve daha sonra terk edilir. Ancak Troya ismi o bölgede anılmaya devam edilir. Bölgeyi ziyaret eden Orta Çağ gezginleri, kıyı boyunca farklı yerlerde Troya harabelerini gördüklerine inanırlar. Ancak 17. yüzyıl gezginleri ise Troya’nın nerede olduğu konusuna daha eleştirel yaklaşırlar. Bazıları ise, Troya’nın iç kesimlerde olduğunu iddia ederek araştırmalara başlar. Troya’nın yeri konusundaki ilk tespit ise 1784 yılında Fransızların kuzeydoğu Ege’de gerçekleştirdiği araştırmalar sırasında topograf Jean-Baptiste Lechevalier tarafından yapılır. Söz konusu bu araştırma sonuçlarında, Hisarlık Tepe (Troya)’nın yaklaşık 15 km.güyey doğusunda, Troya Ovası’nın hemen bitiği yerdeki Pınarbaşı köyünün üstündeki Ballıdağ tepesindeki antik yerleşmenin Troya olduğu iddia edilir. Lechevalier, Troya Ovası’na, adalara ve Çanakkale Boğazına bakan bu tepenin altından akan nehri, Skamandros; Kırkközler su kaynağının oluşturduğu derede Simois ve tepedeki dört tümülüsü (mezar tepesi)Troya Savaşı kahramanların mezarları olarak görürür. Böylece İlyada Destanı’nında anlatılan olaylar ona göre topografya ile ispatlanmış olur. Bu teori yaklaşık 100 yıl kabul görür. Ancak daha sonraki araştırmalarda, mühendis Franz Kauffer 1793 yılında, denize daha yakın olan ve Türklerin Hisarlık/Asarlık Tepe olarak adlandırdıkları yeni bir yerleşme keşfeder. Söz konusu bu tepenin üstünde bulunan sikke ve yazıtların incelenmesi sonrasında Cambridge Üniversitesi’den minerolog Daniel Clark, 1801 yılında buranın klasik dönem İlion kenti olduğunu tespit eder. Bu tespitten sonra bir süre sonra , Hisalık Tepe’nin klasik dönem İlion kenti, Homeros Troya’sının ise Pınarbaşı’ndaki Ballıdağ’da olduğu kabul görür. Buna rağmen bazı araştırmacılar eleştirel yaklaşımlarıyla bu görüşün doğru olamayacağını ileri sürerler. İngiliz Charles Maclaren, ilk kez 1820 yılında yayınladığı makale ile, Pınarbaşı köyünün altından akan suyun, Homeros’un İlyada Destanı’nda sözünü ettiği Skamandres olamayacağını; Homeros’un anlatımlarında; Troya/İlon’un iki nehir arası olarak tarif edildiğini ve bu nedenle Troya‘nın sadece Hisarlık Tepe’de olabileceğini, ileri sürer. Bu görüşle, klasik dönem İlion ile ve Homeros Troya’sı aynı yere yerleştirilmiştir. Zaten Homeros’da destanlarında kent iki isimle, yani hem Troya hem de İlon olarak tanımlamaktadır. Maclaren, bu görüşünü daha da geliştirir ve 1863 yılında detaylı bir şekilde kitap olarak yayınlar.

Maclaren’nın bu görüşlerinden haberdar olan, Çanakkale’de yaşayan Calvert ailesinden Frank Calvert (1828-1908), Hisarlık Tepe’de satın aldıkları arazide 1863 ve 1865 yılında kazılar yapar. Çok farklı ve eski dönemlere ait bir katmanlaşmayı gösteren Calvert kazı sonuçları Maclaren’ın görüşlerini desteklemektedir; ancak Calvert daha geniş ve kapsamlı kazılar yapacak paraya sahip değildir. Frank Calvert, 1865 yılında dönemin British Museum müdürü Ch. Newton’a Hisarlık Tepe’nin Troya olabileceğini ve eğer kendisine yardım edilirse, yapacağı geniş kapsamlı kazılarla bunu ispatlayabileceği konusunda bir mektup yazar. Ancak olumlu bir yanıt alamaz. İşte tam böylesine kritik bir dönemde, oldukça büyük bir servete sahip Alman Heinrich Schliemann (1822-1890) ile Frank Calvert’in yolları, Çanakkale’de kesişir.

J. Maclaren’nın Hisarlık/Troya tezinden haberi olmayan H. Schliemann, 1868 yılında Troya’yı bulmak için Pınarbaşı’ndaki Ballıdağ’da birkaç hafta kazı yapar. Ancak elde ettiği veriler onu ikna etmez. Çanakkale üzerinden Atina‘ya giden gemiyi kaçırınca, iki gün Çanakkale’de konaklamak zorunda kalır ve böylece F.Calvert’le tanışırlar. Calvert, Schliemann’a Hisarlık Tepe’yi ve yaptığı kazıları anlatır. Troya ile ilgili Mclaren’nin tezi ve yayınlarıdan bahseder. Anlatılanlara inan Schlieman, Hisarlık Tepe’de kazı yapmaya karar verir. 1869 yılında Yunanistan ve Troas gezilerini doktora çalışması olarak Rostock (Almanya) Üniversitesi’ne sunan Schliemann, tezinde tek başına Troya’yı keşfettiğini yazar. Tezi kabul edilir. Schliemann, Troas gezisinden bir yıl sonra doktoralı bir tarihçi-arkeolog olarak, bölgeye 1870 yılında bu kez kazılar yapmak için gelir. Hisarlık Tepe’de kazılar başlar, ancak hem izni olmadığı için hem de arazi sahibinin şikayeti üzerine kazıları durdurulur. Uzun uğraşlar sonunda izin alır ve aralıklarla ölümü 1890’a kadar süren (1871-73; 1878-9; 1882; 1890) Schliemann kazıları, 1871 yılında başlar. Schliemann’nın 1873 yılında bulduğu ve yaklaşık 1200 yıllık bir tarihleme hatasıyla „Priamos Hazinesi“ olarak adlandırdığı hazine buluntusu, o dönemlerde dünyada büyük yankı uyandırmıştır. Schliemann bu hazineleri önce Atina’ya oradan da Almanya’ya kaçırmıştır. İkinci Dünya Savaşı sonrasında, savaş ganimeti olarak Rusya’ya götürlen hazine buluntuları halen Moskova’daki Puşkin Müzesi’nde sergilenmektedir.

Schliemann’nın ölümünden sonra ise kazılar, arkadaşı mimar Alman Wilhelm Dörpfeld (1853-1940) tarafından 1893-94 yıllarında gerçekleştirilmiştir. Dörpfeld, Schliemann’ın kazılarına 1882 yılından itibaren katılmış ve o dönemde kazılarda pek kullanılmayan pekçok tekniği ilk kez Hisarlık/Troya’da uygulamıştır. Örneğim ilk kez bir höyük koordinat sistemiyle karelere bölünmüş ve tüm kazılar detaylı karelaj sistemiyle belgelenmiştir. Yine ilk kez farklı uzmanlık alanlarından araştırmacılar kazılar katılmışlardır. Schliemann’nın ilk kez 1872 yılınnda başladığı kazıları skeç ve fotografla belgeleme, Dörpfeld’in çalışmalar katılmasıyla daha sistematik bir hale dönüşmüştür. Dörpfeld’in 1894 yılında bitirdiği çalışmlar, daha sonaraki çalışmların temelini oluşturmuştur. Örneğin 1932-1938 yılları arasında Amerikalı arkeolog Carl W. Blegen (1887-1971) Troya’da yeniden kazılara başladığında aynı koordinat sistemini kullanmıştır. Elli yıllık bir aradan sonra ise, halen devam eden yeni dönem kazıları, Tübingen Üniversitesi’den Manfred Osman Korfmann da 1988 yılından 2005’deki ölümüne kadar gerçekleştirilmiştirdiği çalışmalarda aynı sistemi geliştirerek devam etmiştir.

Kitaptaki fotograflar hem kazılar sırasındaki bölgede çalışan işçilerin bir portresini sunmakta, ama aynı zamanda Schliemann ve Dörpfeld’in çalışmalar sırasında göstermektedir.

Rüstem ASLAN